Almus Haber

PKK’nın Silah Bırakma Süreci: Gerçek Barış mı, Yeni Tehditlerin Perdesi mi?

Türkiye’de yeniden gündeme gelen “PKK’nın silah bırakması” söylemi, ilk bakışta olumlu bir gelişme gibi sunulsa da, geçmiş tecrübeler ışığında dikkatle analiz edilmesi gereken bir süreçtir. Özellikle 2013-2015 yılları arasında yürütülen ve sonunda büyük bir güvenlik boşluğuna yol açan çözüm sürecinin başarısızlığı, bugün atılan adımların arkasında hangi iç ve dış aktörlerin, hangi hedeflerin olduğunu sorgulamayı zorunlu kılmaktadır.

Bugün gelinen noktada, PKK’nın silah bırakma söylemi sadece Türkiye sınırları içerisindeki terör eylemlerini değil, aynı zamanda Irak ve Suriye’deki yapılanmalarını da doğrudan ilgilendirmektedir. Bu yapıların artık konvansiyonel silahlı güçlere dönüştüğü, Batılı devletlerden – özellikle ABD ve zaman zaman İsrail’den – destek aldığı bilinmektedir. Hal böyleyken, bir kolunu “silah bırakıyoruz” adı altında meşrulaştırmak, diğer kollarını ise bölgesel kartlara dönüştürmek, Türkiye açısından stratejik bir tuzaktır.

Bu noktada İsrail’in bölgeye yönelik uzun vadeli hedeflerine dikkat çekmek gerekir. İsrail’in güvenlik stratejisi, kendisini çevreleyen Arap ve Müslüman ülkelerin siyasi ve coğrafi olarak zayıflaması üzerine kuruludur. Irak’ın parçalanması, Suriye’nin kuzeyinin etnik olarak dönüştürülmesi ve Türkiye’nin güneyinde sürekli bir istikrarsızlık hattının korunması, bu stratejinin açık parçalarıdır. PKK ve benzeri yapıların bu oyunda nasıl araçsallaştırıldığını görmek zor değildir.

PKK’nın silah bırakması meselesi, sadece Türkiye’nin iç güvenliğiyle ilgili değildir; aynı zamanda bir dış politika ve beka meselesidir. Irak ve Suriye’de oluşturulan PKK/PYD koridoru, bu örgütün Türkiye sınırlarına paralel bir garnizon devlete dönüştürülme çabasının ürünüdür. Türkiye eğer sadece “içeride silah bırakıldı” diyerek bu süreci olumlayacak olursa, çok daha büyük bir dış tehdit ile yüzleşmek zorunda kalabilir.

Bu noktada asıl mesele, Türkiye’nin bölgesel oyun kurucu olabilmesi için sahip olması gereken ekonomik ve askeri kapasitedir. Güçlü bir ordu, caydırıcı savunma sanayisi ve dış politikada bağımsız bir çizgi, Türkiye’nin elini güçlendirecek temel unsurlardır. Aynı şekilde ekonomik istikrar, hem içerde halkın direncini hem de dışarıda Türkiye’nin pazarlık gücünü doğrudan etkiler. Ekonomik olarak kırılgan, siyasi olarak bölünmüş ve toplumsal olarak kutuplaşmış bir Türkiye, sadece PKK değil, çok sayıda aktör tarafından hedef alınabilir.

Bu nedenle bugün kamuoyuna “barış” adıyla sunulan her girişimin ardında yatan jeopolitik gerçekleri soğukkanlılıkla değerlendirmek zorundayız. Gerçek barış, sadece bir örgütün silah bırakmasıyla değil, Türkiye’nin sınır güvenliğini, toprak bütünlüğünü, ekonomik bağımsızlığını ve bölgesel etkisini garanti altına almasıyla mümkündür.

Sonuç olarak; PKK’nın silah bırakma süreci, geçmişin hatalarından ders alınmadan, şeffaflık ve ulusal çıkar eksenli bir strateji ile yürütülmeden sadece geçici bir sükûnet yaratır. Asıl tehdit, Türkiye’nin çevresinde şekillenen yeni haritalardır. Bu tehditlere karşı verilecek en güçlü yanıt ise güçlü bir ekonomi ve caydırıcı bir askeri varlıkla mümkün olabilir.

Haberi Paylaş: